-->
Paylaşımlar >>
Yükleniyor...
,

Yeni bir Fatih beklemeyin çocuklarınızı Fatih gibi yetiştirin!

FATİH SULTAN MEHMET HAN'IN ÇOCUKLUĞU,GENÇLİĞİ, VE HAYATI


İnsan doğası, kişilik gelişiminin karmaşa dönemlerinde daha iyi anlaşılabilmektedir. Bunun bir başka örneği de olağanüstü tarihi olaylardır. Bu tarihi olağanüstü olaylar, olağanüstü özelliklere sahip, karizmatik kişilerin bireysel manevralarıyla daha iyi çözülebilmektedir. Psikologlar da tarihçiler gibi, yazılmış olayları inceleyerek sonuca gitmeye çalışırlar. Fatih, belirgin özellikleri itibariyle hem tarihçilerin, hem de psikologların ilgi alanına girebilecek tarihi kişilerdendir. Bu nedenle Fatih’in kişiliği otobiyografik verilerden hareketle ancak elde edilebilecektir. Bu anlamda Onun bilinç altı dünyasını aydınlatmak ve fetihteki rolünü öğrenmek için varsa otobiyografisi, yazıları ve şiirleri dikkatli bir incelemeye tabi tutulmalıdır. 

Fatih’in çevresi, karakter yapısı ve ruhsal yapısı onun döneminin makrokozmos ve mikrokozmosu yani aile yapısına, oturduğu ve yaşadığı ortama bağlı olarak gelişmektedir. Onun biyolojik yapısı, fiziki ve duygusal yapısı da fetih olayında oldukça büyük önem arz etmektedir. 

Bu teorik ve metodolojik girişten sonra şimdi de Fatih’in yaşamını bu açılardan ele almaya çalışacağım. 

Fatih’in Hayatı 

Fatih Sultan Mehmet 30 Mart 1432 yılında Pazar günü seher vakti Edirne’de dünyaya gelmiştir. Annesi ise Kastamonu-Sinop beyi İsfandiyaroğlu İbrahim Bey’in kızı Hatice Halime Hüma Hatun olarak bilinmektedir. Fatih’i dünyaya getirdiğinde 15 yaşında genç bir bayan idi. Fatih’in son saltanatını görmeden 1449 yılında vefat etmiş Muradiye Camii’nin doğusunda Hatuniye Türbesi’ne defnedilmiştir. Şehzade Mehmet doğduktan sonra bakımını Daya Hatun adlı bir dadı yapmıştır. Ayrıca, Fatih’in saygısından dolayı Validem diye hitap ettiği II. Murat’ın Sırp kralı George Brankoviç’in kızı olan Mara Hatun’un da Fatih üzerinde birtakım etkiler bıraktığı tahmin edilmekle birlikte bunlar da bilinmemektedir. Fatih 3 Mayıs 1481 yılında Perşembe günü çok genç denebilecek 50 yaşında bir sefere giderken Gebze yakınlarında Hünkarçayırı (Tekirçayırı) denilen yerde ölmüştür. İstanbul’da adına yaptırdığı caminin bahçesine defnedilmiş, sonra üzerine türbe yapılmıştır. Fatih’in Nikris hastalığından* öldüğü söylense de, ne şekilde hangi hastalıktan öl-düğü kesin olarak bilinmediğinden özel doktoru olan Yakup Paşa tarafından zehirlenerek öldürüldüğü iddiaları da mevcuttur. 

* Nikris hastalığı : Halk arasında gut veya damla hastalığı, tıp dilinde ise podagra denir. Özellikle fazla kırmızı et yiyenlerde görülür. Daha fazla erkeklerde rastlanır. El, ayak başparmağı, diz ve dirseklerde şişkinlik meydana gelir. 

Fatih’in Çocukluk ve Gençlik Çağı Tecrübeleri 

Fatih çocukluğunda oldukça hareketli ve ele avuca sığmayan bir kişiliğe sahip idi. İlk önceleri okumak ve öğrenmekten çok, harp sanatına ilgi duymuş hocalarının öğrenme konusundaki sözlerini dinlememiştir. Bunun üzerine II. Murat Fatih’in hocalığına biraz daha sert yapılı olan Molla Gürani’yi atamıştır. Daha ilk karşılaşmada Molla Gürani ile dalga geçmeye çalışan genç şehzadeye Gürani’nin, değneğini göstererek “İşte bu itaat etmen için, haydi şimdi çalışmaya” dediği belirtilmektedir. 

Fatih II. Murat’ın altı oğlundan dördüncüsü olarak dünyaya gelmiştir. Büyük kardeşleri Ahmet, Alaaddin Ali’yi babaları II. Murat’ın çok sevdiği, buna kar-şılık ise II. Mehmet’i pek fazla sevmediği anlatılmaktadır. Bu durum Fatih’te kardeşlerine karşı bir kıskançlık duygusu oluşturduğu belirtilmektedir. Belki de Onun bu duygusal durumu, babasının gözüne girmek amacıyla davranışlarını yönlendirmiştir. 

Fatih çok iyi öğrenim görmüş, gerek din bilimlerinde, sosyal bilimlerde, gerekse pozitif bilimlerde oldukça iyi bir düzeye gelmiştir. Edebiyata, din felsefesine, coğrafya, tarih ve askeri konulara büyük ilgi göstermiştir. Matematik ile çok yakından ilgilenmiş özellikle de edebiyat onun en sevdiği alan olarak bilinmekle birlikte bıraktığı kitaplarının üçte birinin tarih ve coğrafyaya ait olması oldukça ilginçtir. Türkçe’nin yanında Farsça, Arapça, Yunanca, Sırpça, İtalyanca ve Slavca’yı da belirli ölçülerde öğrendiği belirtilmektedir.

Babası II. Murat, Fatih’in eğitimine çok önem vermiş, en iyi hocalardan ders aldırtmıştır. Molla Gürani Fatih’in yetişmesinde en büyük paya sahip olmakla birlikte, Hocazade, Molla İlyas, Siraceddin Halebi, Molla Abdülkadır, Hasan Samsuni, Molla Hayrettin de çocukluk dönemi hocaları arasında sayılırlar. 


Fatihin kişiliği 
Fatih Sultan Mehmet, ince yüzlü, uzunca boylu, dolgun vücutlu, heybetli ve iyi giyimli olup karizmatik bir kişiliğe sahipti. Seyrek güler, yüzüne bakıldığın-da hürmet ve korku telkin ederdi. Ressam Bellini’ye yaptırdığı resimde de bu açıkça görülmektedir. 

Gerek yerli gerekse yabancı kaynaklarda, her şeyi öğrenmek isteyen, her şeyi araştırarak karar veren, oldukça dindar, adaletli, çok akıllı, cesaretli, idrak ve sezgi kabiliyeti yüksek, bilim adamları ve şairlere önem veren ve onları koruyan, ihtiraslı, kendine güveni oldukça yüksek bir pâdişah olarak nitelendirilen Fâtih Sultan Mehmet, tarihin kaydettiği büyük liderlerden birisidir. 

Fatih’in son derece iyi eğitim almış, parlak bir zekaya sahip, bir şeyi yapma konusunda aşırı kararlı ve tutkuyla bağlı, düşüncesinden asla vazgeçmeyen, gerektiği zaman sert kararlar alabilen, kimseden çekinmeyen, büyük hayalleri olan ve bu hayallerini yerine getirme hususunda her türlü zorluğa hazır olan, nadiren gülen, projelerini yerine getirme konusunda oldukça inatçı, atılgan, cüretkar ve büyük bir devlet adamı ve lideri özelliği taşıyan bir kişiliğe sahip olduğu bilinmektedir. Bazen de, oldukça sakin, mülayim, yumuşak, iyi kalpli ve affedici idi. Yani iki duygu durumu arasında bir duygusal yapıya sahip idi. 

Fatih, çok tedbirli ve temkinli davranırdı. Bir savaştan önce bütün detayları inceler, ona göre karar verirdi. Hatta düşmanlarını çok iyi aldatırdı. Birçok savaşta düşmanlarına başka yerlerle savaşacakmış intibaını uyandırıp onları hazırlıksız yakalamıştır. Yapacağı seferlerden en yakınlarını bile haberdar etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. O’nun bir seferden önce seferin nereye yapıldığını soran bir Kazaskere; "eğer bunu sakalımın tellerinden birisi biliyor olsa idi onu derhal koparır yakardım” sözü meşhurdur. 

Soğuğa-sıcağa, açlığa-susuzluğa ve yorgunluğa karşı çok dayanıklıydı. Çok cesur, varmak istediği hedefe varmak için ne gerekiyorsa yapardı. Belgrad savaşında ordunun Hunyadi’nin kuvvetleri karşısında bozguna uğradığını görünce, hırsından dudaklarından kanlar akmaya başlamış ve atıyla ileri atılarak ordunun önünde tek başına kılıcını çekip düşman üzerine saldırmaktan çekinmemiştir. Onun bu büyük fedakarlığı savaşın zaferle sonuçlanmasına neden olmuştur. Fatih yapmış olduğu hiçbir savaştan mağlubiyetle ayrılmamıştır. Gerek İstanbul’un alınmasında, gerekse başka savaşlarda yerinde duramaz ordusuyla birlikte hücum ederdi. Bugün Türkiye’nin yetiştirmiş olduğu en büyük futbol teknik direktörlerinden Fatih Terim’in saha kenarında maçı kazanmak için oyuncularını nasıl motive ettiğini gördüğümüzde, Fatih Sultan Mehmet’in gayretlerini zihnimizde daha iyi canlandıracağımızı düşünüyorum. 

‘Ayrıca Fatih’in, Osmanlı sultanları içerisinde İslam dışındaki dinlere en hoşgörülüsü olduğu, bu din mensuplarına ve din adamlarına kendi dinlerini öğrenme ve yaşama konusunda göstermiş olduğu engin hoşgörülü tutum ve davranışlarından anlamaktayız. O’nun bu hoşgörüsünün arkasında Roma ve İtalya’yı fethetme düşüncesinin olduğu iddia edilse de yalnızca Hıristiyanlara değil, oluşturmak istediği devlet felsefesinin bir gereği olarak bütün mezheplere, dinlere ve mensuplarına rahat hareket edebilme imkanlarını tanımıştır. 

Bunların yanında, İslam dininin yaşam kurallarını takip etme konusunda hassas da davranırdı. Özellikle Hocazade’ye derin bir sevgi beslediği ve Akşemsettin’in ise engin bir ferasete sahip olduğuna inandığı’ belirtilmektedir. 

Fatih Osmanlı devletini imparatorluk haline getirmiş ve imparator kurucusu olma vasfına ulaşmış, devletinin imparatorluğa dönüşmesinin kültürel ve devlet felsefesi açısından da alt yapısını oluşturmuş, bu nedenle dünya hakimiyeti kurmak amacında olmuş, geniş ve ileri görüşlü bir lider olarak tanımlanmaktadır.

 Fatih’i Güdüleyen Olumsuz Yaşam Tecrübeleri 

Bir kişinin başarısızlıkları da başarıları kadar güdüleyici rol oynayabilmektedir. Dolayısıyla Fatih’in ilk tahta çıktığında yaşamış olduğu olumsuzluklar, O’nu daha sonraki dönemlerinde nasıl adım atması gerektiği konusunda düşünmeye sevk etmiştir. 

Çocuk yaşlarında (6 yaş) valilik yaptığı söylense de bunun pek doğru olmadığı, ilk sultanlık denemesini 12 yaşında 1444-1446 yılları arasında yaptığını öğrenmekteyiz.

II. Murat henüz 40 yaşında iken, Manisa valisi olan 12 yaşındaki oğlu Mehmet’i 1444’te yerine geçirmek üzere Edirne’ye getirmiştir. Aynı yılın Ağustos ayında Mahiliç ovasında kapıkulu askerleri ve paşalar önünde tahtı oğluna teslim ettiğini ilan etmiştir. Babası ölmeden tahta çıkan ilk ve tek Osmanlı Sultanı olarak bilinmektedir. 

Sultan II. Murat’ın kendisi henüz 40 yaşında iken bu kadar küçük yaşta bir oğlunu tahta çıkarmış olması pek akla yatkın görünmemektedir. Bunun çok önemli nedenleri olarak, birincisi, siyasi dengelerin sağlanması, ikincisi, II. Murat’ın kendisini yorulmuş hissetmesi ve 12 yaşında olmasına rağmen II. Mehmet’in, Çandarlı Ailesinden Halil Paşa’nın da yardımlarıyla devleti yönetebilecek kişilik ve liderlik vasfına sahip olduğunu düşünmüş olması ve üçüncü olarak ta, II. Murat’ın çalışmayı pek sevmediği, tasavvufi yaşama düşkünlüğü nedenleriyle bir an evvel taht-tan ayrılıp yerine oğlu Şehzade Mehmet’i getirmek istemesinden kaynaklandığı şeklinde birtakım nedenler bulunabilir. 

Osmanlı Devleti’nin başına bu kadar genç ve tecrübesiz birisinin geçmesini fırsat bilen dışarıdan ve içeriden birtakım çevreler, Osmanlıyı yıkmak için harekete geçmiştir. Bilhassa veziri azam Çandarlı Halil Paşa’nın Osmanlı topraklarının bir kısmını Balkanlar’da ve Anadolu’da birtakım antlaşmalarla komşu ülkelere verdiği söylenmektedir. Hatta Balkanlarda bazı ülkeler Osmanlı topraklarına saldırmış ve Osmanlı nüfuzu oldukça zayıflamıştı. Balkan ülkeleriyle Karamanoğulları arasında Osmanlıya karşı yakınlaşmalar oluşmaya başlamış, Batı yeniden bir Haçlı Ordusu oluşturma çabaları içerisine girmişti. 

Bu olumsuz durum, içeride bir takım huzursuzluklara neden olmuş, paşalar arasında ikilikler meydana gelmiş, birtakım ayaklanmalar (Hurufi ayaklanması) olmuş ve halk başkent Edirne’den Anadolu’ya kaçmaya başlamıştı. 

İç olayların en kötüsü iktidar buhranı idi. II. Murat saltanatı oğlu II. Mehmet’e bırakmakla birlikte, idareyi veziri Çandarlı Halil Paşaya bırakmıştı. Bu sırada, Rumeli beylerbeyi vezir Şahabettin Şahin, Nişancı İbrahim ve Zağanos paşalar yönetimi II. Mehmet lehine Çandarlı’nın elinden almak istiyorlardı. Bunun yanında Zağanos paşa, II. Mehmet’i İstanbul’u alması konusunda öğütlüyor, bunu Çandarlı ile baş etmek için çok iyi bir yol ve padişahlığının temel şartı olduğunu ve bu nedenle II. Mehmet’i futuhatçı bir siyaset güdülmesi gerektiği konusunda yönlendiriyorlardı.

Avrupa’da ve Bizans’ta, kabiliyetsiz, çok küçük yaşta tecrübesiz bir deli-kanlının Osmanlılarda iş başına geçtiği anlatılıyor ve böyle bir kişinin Osmanlının başında olmasından dolayı da çok seviniliyordu. Bu nedenle de Avrupalılar, Osmanlının kendiliğinden yok olup gideceğine inanıyorlardı. 

Bu arada Haçlı ordusu Balkanlarda ilerliyordu. Sarayda kimin ordunun başında bulunması gerektiği konusunda vezirler arasında bir antlaşmazlık vardı. Çandarlı, II. Murat’ın tekrar yönetimin başına geçmesini, Şahabettin ve Zağanos paşalar ise haçlılara karşı savaşta II. Mehmet’in Sultan olarak ordunun başında kalmasını istiyorlardı. 

Bu sorunlar üzerine Osmanlı devletini büyük tehlikelerin beklediğini sezen tecrübeli baş vezir Çandarlı Halil Paşa, 1444’de devletin selameti ve bekası için II. Murat’a gönderdiği gizli bir haberle Edirne’ye gelip tekrar tahta geçmesini ister. Bu nedenle, Çandarlı devlet erkanıyla bir toplantı yapıp Sultan II. Murat’ın tekrar tahta çıkması için karar alır. Bu karar Sultan II. Mehmet’e iletildiğinde Sultan Mehmet bu karardan hoşnut olmadığını “O madem ki bu ihtimalat var önceden düşünülmeliydi” düşüncesiyle belirtir. Daha sonra Çandarlı II. Mehmet’in, iste-meyerek de olsa onayını aldıktan sonra II. Murat’a şu mektubu yazar: “Eğer saltanat tarafı saadetinizde ise mülkünüzü perişan etmek için harekete geçilmiştir. Meselenin önemini arz ve ihtar ediyorum. Eğer saltanat bu tarafta ise ordu başın-da bulunmanız hakkında padişah emri vardır. Lüzumu itaati tebliğ ve ihbar eyliyorum.” Bu mektubun bizzat II. Mehmet tarafından yazıldığı iddia edilmekteyse de olayların gelişmesi, Fatih’in kişiliği, ordunun başında savaşa gitmekteki ısrarı dikkate alındığında O’nun böyle bir mektup yazacak bir kişilikten uzak oldu-ğu kanaati ağır basmaktadır. 

II. Mehmet ordunun başına babasının geçmesi konusunda ikna edilmiş, kendisi ise Edirne’de Sultan olarak tahtta kalmıştır. Bütün bu olaylar esnasında özellikle de Çandarlı, II. Murat’a gerçek padişah gibi davranıyordu. Çandarlı’nın Sultan Mehmet’i küçük düşürücü bu tutum ve davranışı, Sultan Mehmet’te Çandarlı’ya karşı olumsuz bir tutumun gelişmesine neden olmuştur. 1444’de Varna savaşını kazanan II. Murat, Çandarlı’nın bütün ısrarlarına rağmen, oğlu II. Mehmet’i geleceği için tehlikeli olur diye tahttan indirmek istemedi. Edirne’de birkaç gün kaldıktan sonra tekrar Manisa’ya dönmüştür (1445).

Bir süre sonra, Edirne’de yeniçeri ayaklanması olmuş, yeniçerilerin Tüccar mahallesinde büyük bir yangın çıkarması sonucunda genç sultanın Edirne’de otorite kuramadığı şeklinde söylentilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yeniçeriler Şahabettin Paşa’nın konağını yağmalamışlar, bu sırada Şahabeddin paşa II. Mehmet’in sarayına sığınmış ve isyan Çandırlı’nın gayretleriyle bastırılmıştı. 

Bu isyanın, ortak bir görüş olarak, II. Mehmet’i tahttan indirmek ve Şahabeddin paşayı yönetimden uzaklaştırıp ortadan kaldırmak ve böylece II. Murat’ı tekrar devletin başına getirmek için Çandarlı Halil Paşa tarafından düzenlendiği belirtilmektedir. Böylece küçük padişahın devleti yönetemediği ispat edilmiş olacaktı. 

BİLGİN DENİZ KARAMANOĞLU

Bunlarada Bakın..

0 yorum